20 Mart 2013 Çarşamba

Gün Gelir

Gün gelir düşler ölür ve yüreklere sevda düşer. Kişiye düşense yanmaktır. Yan Ademoğlu yan, belki dünya senin ahından tutuşur. Yaşayıp, yaşamadığımız oranda yaşlandığımız şu dört senenin sonunda bizim de yüreğimize bir sevda düştü. Dostluk… Ve geçen günlere ah ediyoruz sona yaklaşırken. Avuntumuz bu ahın ateşinden kötülüklerin tutuşup küllerin arasında güzelliklerin kalması.


Anlatıcı, her hikayeye bir başlangıç bulur da son noktayı hiç koymak istemez nedense. Gidişler acıtır çünkü. Yoklukla birlikte pişmanlıklar başlar. “Keşke”lerin  ardı arkası kesilmez.


Üniversite 1′in 3 sene sonrasında hangimizin “keşke”si az dersiniz? İnsancıklar içinde, insansılara rağmen insan olabilme adına, dost yüreklere sevda düşürebilme adına kaç zaferimiz var? Hangimiz, yayın kirişini bırakırken okun ucundaki haberin, güneş batmadan yerine varamayacağını biliyordu? Oysa bilseydik güneşin batmasına çeyrek saat kalmış, rüzgara inat, oku hedefe ulaştırırdık. Yaşadığımız “cilalı imaj devrinde” birbirimizi satın alınabilen, takas edilebilen vitrin giysileri gibi görmek yerine hayata ve insanlara olan borcumuzu hatırlardık. Çığlıklarımız, savruluşlarımız nerede durursa dursun köklerimizin aynı olduğunu fark ederdik.


Oysa artık gitme vakti… Kimimizin ardından dilsiz bir sitem, kimimizin ardından bir yürek taburu ayaklanacak. Ama ne olursa olsun hepimiz odamızın bir köşesine bir “dostun” resmini yapacak ve söküp kalbimizi o resmin yanına asacağız. Sonra “keşkeli” yılları buruşturacağız belki. Ama kalbimiz hep “dost” hasretinde asılı kalacak.


Oysa ne olurdu ilk durakta kalabilseydik. Son durağa gelince inme zorunluluğumuz olmazdı o zaman. Ne olurdu ellerimiz ceplerimizde gezmek yerine bir dostla el ele olabilseydik. Dikdörtgen duvarları gökyüzü yapmazdık üzerimize o zaman. Ve ne olurdu son sayfaya gelene kadar silmeseydik satırlarımızı. Hayatı, yazdıkça silinen sözcükler gibi olmaktan kurtarırdık o zaman…


Yas tutan bir dünyanın kalabalığında içimize konuk ettiğimiz herkes bir gün gider ve kişi gölgesiyle kalakalır. Bu bir sondur kişi için ancak unutmayalım; her son bir başlangıcı müjdeler. Hatırlayış vefayı, vefa dostluğu kavileştirir. Kilometreler ayırsa d amilimetrelerin birleştiği dostumuz hep, bir telefon telinin ucunda. Hatırlayış, vefa ve dostluk adına kilometreleri milimetrelere ekleyelim. Birbirimiz bir dine bağlanır gibi değil kendi özgürlüğümüüz sever gibi sınırsız sevelim. Emin olun bu sınırsız sevgi mesafeleri anlamsızlaştıracaktır.


Beyoğlu’nun meyhanelerinde, kumarhanelerinde, batakhanelerinde bu hayatın, bu keşmekeşin anlamını ve anlamsızlığını arayan, kirli pardösünün yakaları kalkık, hüzünlü adamdolaşır bir başına… Kumarbazlar, sarhoşlar, fedailer, soförler, hayat kadınları, esrarkeşler kendilerinden bildikleri bu adamı hep “Çakır” diye çağırırlar… Ölüp de cenazesine gelince anlarlar onun büyük bir yazar olduğunu. Çakır, Sait Faik’tir. Eminim bir yazar olarak değil onlardan biri gibi gömülmek istedi Sait Faik. Uzaklarda o sevdiği sokak insanlarına şöyle bağırdığını duyar gibiyim;


“Ben sizden biriyim. Tek farkım şu: Yazmasam deli olacaktım.”


Şu 4 senede insanlardan sıradan bir insan olduğunu anlayıp ona rağmen hayatının romanını yazmaya devam eden yüreklere selamlar…


Bedia KAPLAN


 


 


Bedia KAPLAN



Gün Gelir

0 yorum:

Yorum Gönder