18 Mart 2013 Pazartesi

Nesle Şekil Veren Öğretmeniz Biz

Bir hafta içinde üzerine lapa lapa kar yağmış gibi ağaran saçlarını iki eliyle sımsıkı kavramış derin derin düşünüyordu, her zaman gözlerimin içine bakarak bana yön veren babam, kendi gözlerindeki nemliliği ve ümitsizliği hissettirmemek için yüzünü benden fersah fersah kaçırıyordu.


Bana bir şeyler söylemek istercesine üst üste 2-3 defa derin nefes aldı ve tüm cesaretini toplayıp konuşmaya başladı. “Bak yavrum! Unutma ki her insan gibi bizde öleceğiz ve her büyük insan annesi veya babası bazen ikisi de elinden alınarak Büyük Yaratıcı tarafından imtihan edilir. Biliyorsun annen lösemiye yani kan kanserine yakalandı. Onu kurtarmak için canla başla çalışacağız. Allah göstermesin ona bir şey olursa sabırlı olmalısın, sen bunlara dayanabilecek olgunluktasın.” dedi. Aslında ne yaşım ne de gönlüm buna dayanabilecek olgunlukta değildi, on yaşındaki bir yürek anne sevgisi olmadan nasıl atabilirdi ki?


Kafamı yastığın altına sokup hüngür hüngür ağlarken bir yandan da yarını düşünüyordum. O kıpkırmızı yanakları ağrıdan ve sızıdan solmuş, simsiyah saçları sonbahar yaprakları gibi tek tek dökülmüş olan annemi ülkenin en iyi doktoruna götürecektik. Ben annemin tatlı tatlı gülümsemesini, gönlümü okşayan sözlerini düşünürken sızmış kalmışım.


Sabah yine vücudumun her zerresine farklı bir ses tonuyla seslenen dünyanın en güzel musikisiyle uyanmıştım. “Ahmet’im, haydi kalk yavrum, vakit geldi, gidiyoruz.” diyordu dünyalar güzeli annem. Annemin sesinin odada her yankılanışında Rabbime “Bu güzel sesi odamdan ve ruhumdan eksik etme Allahım!” diye dua dua yalvarıyordum.


Güçsüz beden ve gönülle kalktım yatağımdan, dışarıdan gelen seslerle güçsüzlüğüm bir kat daha arttı. Hemen hemen bütün mahalle kapının önündeydi, evlatlarını vatan görevine gönderiyorlarmış gibi hüzünlülerdi. En çok ta Ilgın’da kalmak zorunda kalan abilerimin anneme sarılıp uzun süre bırakmamaları beni etkilemişti.


Dört saatte kırk yıl yaşlandığım bir yolculuktan sonra, dışarıda kimsenin bir birini tanımadığı o görkemli şehrin, Başkent Ankara’nın kollarına atmıştık kendimizi. Doktorun muayehanesini bulmak hiç de zor olmadı, babam her zamanki gibi her şeyin tedbirini önceden almış, evden çıkmadan adresi en ince ayrıntısına kadar öğrenmişti. lakin boşa harcayacak bir saniye bile yoktu, işin sonunda on dokuz senelik hayat arkadaşını kaybetme riski vardı.


Dört katlı binanın her basamağında anneciğim “of” çekiyor ve ben annemin her of çekişinde küçücük gözlerimden avuçlar dolusu yaşlar döküyordum ta ki doktorun hastalığın erken teşhis olduğunu, “interferon” adlı iğnelerin düzenli olarak kullanılmasıyla annemin uzun süre yaşayabileceğini söylemesine kadar. Hüzün gözyaşlarımız bir anda sevinç gözyaşlarına dönüşmüştü. Ama babam hala çok durgundu. Çünkü iğne ithaldi ve çok pahalıydı, her gün kullanılacak olan iğnenin tanesi 480.000 lira iken babamın maaşı sadece 700.000 liraydı. Şükürler olsun ki devletimiz o zamanda bizi yalnız bırakmadı, bir ay gecikmeli de olsa ilacın tamamını ödüyordu.


Dostlarımızın tavsiyesiyle ilacı temin edebileceğimiz bir ecza deposuna gittik. Eczacı bayanın güzelliği beni o kadar etkilemişti ki onu ilk anda anneme benzetmiştim. Babam durumu eczacıya sesi titreyerek anlattı. Malum; yanımızda ilacı alacak kadar paramız yoktu. Zaten buraya borç alarak gelmiştik. Eczacı güzelliğine zıt bir şekilde “ilaçları veririm ama senet imzalarsınız ve parayı gününden bir gün geciktirirseniz: senedi işleme koymak zorunda kalırım.” diyordu. Babam buruk buruk “tamam” derken arkada annem ve ben gözyaşlarına boğuluyorduk. Eczacı kadın senedi çıkardı ve doldurmak için babamdan nüfus cüzdanını aldı, önce nüfus cüzdanına sonra babama dikkatli dikkatli baktı ve bu kez bembeyaz dişlerini gösterecek kadar gülümseyerek “Siz öğretmen misiniz?” diye sordu. Babam şaşkınlıkla sadece “Evet” diyebilmişti. Eczacı yüzü kızararak “Hocam siz benim Gümüşhane Kelkit Lisesi’nden öğretmenimsiniz. “Babam olayın şokundaydı. Kadın “Ben Terzi Hüseyin’in kızıyım, tanıdınız mı?” Bir an için şoktan kurtulan babam “Evet” dedi. “Tanıdım, ismin Hülya’ydı, öyle değil mi?” Biraz önce karşısında babamın sesinin titrediği kadın şimdi adeta kekeliyordu. “Evet hocam, hiç değişmemişsiniz, hala hafızanız çok iyi. İnanın hocam, ben tarih dersini, Atatürkleri, Fatihleri sizin sayenizde sevdim.” Kadın babamın elini benim bile hiç öpmediğim kadar saygıyla öptü ve utana sıkıla “Biraz önce söylediklerim için özür diliyorum hocam, affedin beni, senede gerek yok, ilaçlarınızı hemen hazırlatıp postaya veriyorum siz endişe etmeyin ve parayı ne zaman isterseniz o zaman gönderin hatta hiç göndermeyin önemli değil, siz ve sizin gibi öğretmenlerimiz olmasa ben buralarda olamazdım. Babamın yüzündeki yorgunluk terleri gurur gözyaşlarıyla karışmıştı artık.


Ortalık biraz durulup babamla eczacının anılara dair sohbeti bittikten sonra yavaş yavaş yola koyulduk. Ilgına dört saatlik ama bu kez daha rahat ve daha huzurlu bir yolculuğumuz vardı. Artık bende maaşının az olduğundan şikayet eden öğretmenlere babam gibi sert çıkmaya karar vermiştim. Hayatımın her saniyesinde yanımda olan hayat öğretmenim babam, maaşından şikayet eden birkaç arkadaşına “Biz öğretmeniz, bu işi para için değil hizmet için yaparız, insanlara bir şeyler öğreterek yardım edebilirsek, geçim olarak Rabbimiz bize kapılarını sonuna kadar açacaktır.” demişti. Bu son olayla babamın bu sözünü çok daha iyi anlamıştım.


Benim de kararım kavileşmişti. Babam gibi halka hizmet eden, ettiren, kendisinden çok başkalarını düşünen ve öğrencileri için gecesini gündüzüne katan bir öğretmen olacaktım hatta hayatım boyunca düstur edeceğim bilgeliği de bulmuştum. “ÖNEMLİ OLAN MADDİYAT DEĞİL, O TERTEMİZ HAMURLARI EN İYİ ŞEKİLDE İŞLEYİP, GELECEĞİN YOKUŞ VE DİKENLİ YOLLARINA HAZIRLAMAKTIR.”


Ahmet KARA (2002)



Nesle Şekil Veren Öğretmeniz Biz

0 yorum:

Yorum Gönder