9 Mart 2013 Cumartesi

İstiklal Marşı'nın Kabulü

Yıl 1920, aziz vatan İngiliz, Fransız, İtalyan ve Yunan kuvvetlerinin işgali altındaydı. İşgal orduları genciyle, yaşlısıyla, kadınıyla bebeğiyle Türk halkını süngüden geçiriyor; sözde getirdikleri medeniyetle vatanın içine sokuluyorlardı.


Bütün ekonomik kaynaklarımız tükenmiş, halk fakir, ordunun gücü tükenmek üzere yeise bürünmüş aziz vatanın yüreğine teselli; semalarına güneş olacak iki satır söz… Bu hasretle maarif vekaleti 1921′de güfte yarışması düzenler. Yarışmaya 724 şiir katılmasına rağmen aranan haykırış bulunamaz.


Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Tanrıöver böyle bir şiiri Mehmet Akif ERSOY’un yazabileceğine inanıyordu; Akif yarışmadan haberdar olmasına rağmen katılmak istemedi. Çünkü birinci olan şiire 500 lira ödül verilecekti. Asker aç iken çayın yanında getirilen şekeri bile ağzına almayan Akif can korkusu olmayan Türk’ün cesaretinin sesi olmayı para karşılığında nasıl kabul edebilirdi ki…


Israrlı söylemler karşısında Akif para ödülünü almamak şartıyla kulağında Yunan ordusunun top sesi manevi huzurumuzu Tacettin Dergahı’nın duvarına satır satır işledi.Meclise paltosuz gelip giden Akif’i sırtında arkadaşının paltosuyla meclis kürsüsünden:


“Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak;

Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.”


diye haykırdığında özgürlüğe hasret susamış dudaklara aziz vatanın semalarından döküldü kırkbir satır.


Akif Safahat’ına almadığı bu şiirin kendisinin değil; Türk millietinin olduğunu açıklamıştır. Bu gün hala gururla ayakta okuduğumuz İstiklal Marşı’nın hangi koşullarda yazıldığını unutmamalı; tıpkı Akif’in hassasiyeti gibi ruhumuzun derinliklerine işlemeliyiz.


Ceylan KAN

Edebiyat Öğretmeni



İstiklal Marşı'nın Kabulü

0 yorum:

Yorum Gönder