28 Mart 2013 Perşembe

Otobüs

Yolların belki de hiçbir zaman birkaç cümleyle anlatılamayacak can alıcı etkisi iyice çökmüştü üzerine. Binbir düşüncenin saldırısına uğrayan beyin artık onun değildi, yok! artık ne düşünceleri ne de yargıları onun için işlemiyordu. (çorak bir tepenin yanından geçiyordu yol, rüzgar tozları savuruyordu umarsızca) “İkilem, yani insanın içinden çıkamadığı her kavramın iki boyutu aslında iki ucu keskin bıçaktır. Tutmaya çalıştığında tek ihtimal kandır… “İkilemlerini düşündü bir an.(otobüs hafifçe bir yokuşu  tırmanıyordu, yavaşlamıştı) Sanli tüm yükü çeken oydu ve o yoruluyordu otobüsle beraber. Bir anda aklına bölük  pörçük aynı şeyler geldi. Defalardır  peş peşe, ard arda gelen. Aynı  sahneden ne de sıkılmıştı oysa ama geliyordu işte aklına. Ellerini ovuşturdu, terlemişti. Oysa sıcakta değildi içerisi. Otobüs hızla bir inişi inmekteydi. Şiiri düşündü bir an, anlamlı mısraları… Sonra ne kadar anlaşılmaz olduğunun bir kez daha farkına vardı. Şafaklar mı geçiyor  her yirmi dört saatte bir? kim demiş! kim demiş be!  ne şafağı? Yıldırımlar değil midir her akşam üstü  yüreklerimizi dağlayan . Soğuyan  bir volkan burukluğundaydı adeta cümleler. Aslında otobüslerde uyumasını severdi ama bugün uyuyamıyordu işte. Belki yüzlerce defa baştan sona dinlediği şarkılardan  tınılar canlanıyordu kulaklarında. Bir an  her şeyin onu kızdırmak için, yıldırmak için bir biriyle anlaştığını tahmin etti ama sonra bu fikrin dokuz yıl önce de aklına gelip gittiğini anladı. Bir tek küçük jetonu vardı ve evi arayacaktı. Fakat işler ters gitmişti bir an. Yanlış bir numara düşmüştü . işte o zaman  her şeyin onun aleyhine çalıştığını düşünmüştü. Şimdi de nerdeyse öyle düşünecekti. Acıdan  arda kalmış bir şeylerin birikintisiydi galiba bunlar. Seslerden arda kalmış nice çılgınca düşünce peş peşe kıvılcımlanıyordu. Rüzgarlardan arda kalmış bir serseri çığlık delice koşuyordu. Elbiselerini dünden hazırlamış bir yalancı mevsim tutmuş çocuklarının ellerinden gülümseyerek ve sanki bir işi varmış gibi geliyordu. Konserlerden geçiyordu yollar. Kulakları parçalarcasına gitar sesleri. Hayatlarında ilk defa el ele tutuşan gençleri gördüğünde ağlamak mı  gülmek mi istediğini anlamazdı hep. Ses gittikçe yaklaşıyordu. Gitar değildi galiba. Yanık bir ney falan da değildi. Peki neydi bu ses? Hoş olmasına hoştu ama bir türlü anlamamıştı doğrusu. Titreyen ve içten gelen bir sarsıntıya benziyordu. Kulaklarını kabarttı ve dinledi. Bahar mevsimini gördü bir an. Sonra anladı ama anlamamazlıktan geldi. Apaçık işte o zamandı. İyi de zamanlar geri gelmezler ki? “O kim demiş? işte biz geldik.”   Gitarın hem konuşup hem de çalmasına şaşırmıştı ama gerçekten de burada her şey bir şaşkınlıktı. Akşam, ışıklar ve dostlar.


Otobüs sarsıntılarla ilerliyordu. Uyandığında tek tük ağaçların yanından geçiyorlardı. Rüyalarla gerçekler arasındaki benzerlikleri düşünmek bazen  hayal kurmak gibi gelirdi ona. Sadece yaşandıkları anları değil, belki geleceği de kapsarlar. Gerçeklerde öyledir ama gerçekler daha mütevazıdır. Rüyalarsa daha sabırlı. Tek işi  kıvrılarak uzanmak olan şu yol, acaba  kendi geçmişini bilir mi? Saçmalıyorum galiba. “yooo! O sadece çevredeki insanların sana vereceği cevaptır.” O halde saçmalamak sadece kişinin kendi düşüncesine bağlı mıdır? soru sormamak gerekiyor artık. Gitar da dinlememek gerekiyor. İyi de ne yapmak gerekir? Soru yok!


Zaman hızla akıp gitse belki de hayat daha sevimli gelirdi. Çünkü kısa şeyler her zaman caziptir. iyi de cazip olması hayatın güzel olması anlamına gelmez ki. Uzay da caziptir ama Plüton’da yaşamak zevk vermez kimseye. İki ucu keskin bıçak. Tek sonucu olan paradoks. O halde paradoks değildir.  Bir şeyin doğruluğu sadece ispatlanana kadar mı sürer? Paradokslar bir sonuca varınca paradoks olma özelliğini yitirirler. O halde bir kavram özünü bulmak için değişmelidir, yani ilk özünü kaybetmelidir.


Devam edecek…


Müslüm DOĞMUŞ


 



Otobüs

0 yorum:

Yorum Gönder