20 Mart 2013 Çarşamba

Üç nokta...

Üç nokta

Bu bir başlangıç değil ki…


Müdahil olduğum hikayede üç noktayla geçiştirmeye çalışsalar da beni, devm ediyorum… Kaldığım yerden yaşamaya, kaldığım uyerden çekimlemeye aşkı, kaldığım yerden sorgulamaya dünyayı…


Üç noktanın içine sığmazdı acılarım… Üç nokta dar gelirdi çünkü büyük sancılarım… Üç nokta anlatamazdı beni başkasına… Üç nokta ortak olamazdı buhranlarıma…


Yaşıyorum çünkü mutluluğumla huzurumu tekilleştirme sınavım bitmedi daha… Aşkı çekimliyorum lakin birinci tekile gelmedi sıra… Dünyayı sorguluyorum; sebebi, maddeden sıyrılıp ulaşamadım manaya…


Virgül
Yanlış anlaşılmaya mahal veremem, tüm sıkıntılarımı tane tane anlatıyorum. Bazen kendime bile izah edemediğm hüzünlere gark oluyorum, daha yeni başlıyorum. Benimle beraber yaşamıyorlar elbette, kalbime enfarkt, ciğerime nikotin hediye edip, beni bana ısmarlayıp gidiyorlar.


Soğuk bir cesaretim var, yıllar önce kaybettiğim anne nefesi almış şehametime inat. Sebep bu ki daralıp haykırıyorum: bir sen eksiktin haydi sen de yıprat, sen de kanat.


Gitmek bir insana ancak bu kadar yakışmaz dediğim insanlar var ama gidiyorlar, yarı yolda bırakmak bir insanda en fazla bu kadar yakışıksız durur dediğim insanlar var ama bırakıyorlar, ölüm bir insanda bu kadar eğreti durur dediklerim var ama ölüyorlar.


Tırnak İşareti
Halimi elimden geldiğince yanlışsız anlatmaya çalıştım ama kalemimin tutukluk yaptığı yerde bir ses çalınıyor kulağıma: “sana veremem acımı kirlenir dünya / şehrin sokakları ıslanır gözyaşıyla.”


O zaman anlıyorum yalnız olduğumu ve baş ucumdaki kitaptan bir satır çalınıyor gözüme: “madem ki gözyaşı birleşik kelime gözü yaştan ayırmak niye?” hak veriyorum yazara ve gözlerimden yaş dilimden bir şiir süzülüyor: “resmine baktığım güzel kız genç kız / unuttum unuttum seni.” Akabinde hüznümün düşmanı benim kardeşim umudum çıkıp geliyor ve ben fütursuzca sarılıyorum ona. İşte o an anlıyorum: yalan söylüyorum. En uysal halimle kendime, ona cihana fısıldıyorum: ” seviyorum seni / ekmeği tuza banıp yer gibi.” Sonra olanlar yani unutkanlığım hiç gitmeyen sinirimi şahlandırıyor ve dedem misali “yan çiziyorum!” Haykırmamsa işte bu halden sonra oluyor: “ez bütün çiçekleri kendine canavar dedir / haksızlık et haksız olduğun anlaşılsın!” diyorum kendi kendime. Ama ne yapsam boş “yaşanınca tükenir bilirsin’in ters anlamlısıdır özlemek!”


Soru İşareti


Haletim ortada; kendime doğru bir tufan, bir kısır döngü, bir çelişki yumağı ruhum. Acaba sandığım gibi gerçeği manada arayan, öz beynini yiyen biri miyim? Yoksa gerçeği görmezden gelen, bir şekilci mi?


Hayatımın bir noktasında -küçücük bir an da olsa- kaf dağının eteklerindeki sarayın prensesiyle mi tanıştım? Yoksa rüyalarla gerçekleri mi karıştırdım?


Hiç gelmeyen, uykularım mıydı? Yoksa hiç uyanamadım mı?


Huzursuz anlarımda dilimden dökülen kelimeler şairliğe mi delalet? Yoksa deliliğe mi?


İç kemiren nifak tohumlarının hasatı hep düşmanlara mı düşer? Yoksa dostlar da pay alır mı? Benim düşman deyip kin beslemeye çalıştıklarım da annesinin dizinde ağlar mı? Sahi onlarda sevdiklerinden ayrılır mı?


Üç nokta

Bu hikayenin bir başlangıcı yoktu ki…


Emre BATUMLU

19 Mayıs Üniversitesi



Üç nokta...

0 yorum:

Yorum Gönder