21 Mart 2013 Perşembe

Sahte Yüzlerimiz

Sabah kalkıyoruz,


Yeni bir güne “merhaba” demek varken, somurtkan bir halde kös kös çıkıyoruz evden.


Çoğu zaman kahvaltı bile etmiyoruz. Bazen uykumuzu alamıyoruz, bazen yüzümüzü yıkarken suyun sıcaklığını beğenmiyoruz, bazen de somurtmak için hiçbir sebep yokken, gülümsemek için sebebimiz olmadığını düşünüyoruz.


İşe otobüsle, metroyla veya dolmuşla gidiyorsak yanımızdakilere kızıyoruz. Kimi zaman “Offf, ter kokuyor” diyoruz, kimi zaman “az öteye gitsen ne olur” diyoruz, kimi zaman asık suratlı olmamız için herhangi bir sebep olması bile gerekmiyor.


Hele birde kendi aracımızla gidiyorsak işe, önümüze atlayıveren dolmuşçuya, tampona yapışık gelen taksiciye, sinyal bile vermeden direksiyon kıran o hödüğe sinirleniyoruz. Otobüsten inmesi bir dert, metroya binmesi bir dert, yolun ortasına park edenler yüzünden trafiğe takılmak bir dert, park yeri bulmak bambaşka bir dert.


Stresli telefonların, problemli işlerin ve insanın ruhunu darlayan sorunların beşiği olan işimize, o asık suratla geldiğimizde, “günaydın arkadaşlar” deyişimizi bilinçsizce söylüyoruz. Sabahtan akşama kadar şu işe bak, bu işe bak derken davul misali geriliyoruz da geriliyoruz. Saatler geçiyor, kimi zaman bir defa tebessüm etmeden akşam ediyoruz.


İşten eve dönüşte, sanki ülkeyi baştan başa kat etmişcesine yorulduğumuzu hissediyoruz. Mahkeme duvarını andıran o gergin yüz ifademizi hiç üşenmeden evimize kadar taşıyoruz. Aman Allahım, evde, öyle bir tahammülsüzlük, öyle bir bıkkınlık ve öyle bir usanmışlık saçıyoruz ki etrafa, çocuklarımız çıt çıkarmaktan korkuyorlar.


Hitaplar değişiyor, ikram sözleri sorulara dönüşüyor ve “Su içer misin canım?” sözleri yerine “su içecek misin?” diyoruz. “Birer çay içelim mi?” sözleri yerine “çay içecek misin?” diyoruz. Keyfiyetten değil acziyetten dolayı uzanmış olduğumuz için koltuğumuza, her yanımızın ağrıdığını, havanın çok sıcak olduğunu ve hatta başımızın kazan gibi olduğunu hissediyoruz. Üzerimizdeki dam’ı değil, üzerimize üzerimize gelen dört duvarı görmeye başlıyoruz.


Sanki bir tek biz bu dünyanın yükünü omuzluyormuşuz da diğerlerinin hepsi, omuzlarımıza tutunan birer bedavacıymış gibi düşünüyoruz. Biraz ağır bir tabir oldu değil mi? Yook, hiçte ağır değil! Siz, o asık yüzünüzü, içinizdeki iyi niyetinizle görüp keyifsizliğinize yoruyorsunuz ancak, içinizdeki iyi niyeti göremeyen kişi o küstah yüz ifadenizin en gerçek hali ile karşı karşıya kalıyor.


Ruhumuzun, bencillik saçan çamur deryaları arasında debelenmekten vazgeçip, hayat denen o gürül gürül akan şelaleyi kenardan izlemeliyiz.


Hayata baktığımız pencere çok önemlidir. Basit yaşayıp, yürekten düşünmeli ve bizi sevenleri cömertçe sevmeliyiz. Herkes kendi hayatı içerisinde kendi savaşını aslanlar gibi veriyor, dünyayla savaşan bir tek biz değiliz…


Özkan DEMİR



Sahte Yüzlerimiz

0 yorum:

Yorum Gönder