30 Mart 2013 Cumartesi

Neden Kendinle Savaştasın?

Amaç denen şey bazen iki dağın arasından doğan güneş gibi pırıl pırıl bir güç kaynağı, kimi zaman göğün gürlediği yerle göğün birleştiği anda rüzgarın önünden kaçarak camda dans eden iki damal yağmur tanesi, kimi zaman bir annenin dokuz ay canını dişine takarak yüreğinde dolaştırdığı yükünü bırakıp, çocuğunu dünyaya getirişidir. Can bulan bu çocuğun amacı ise, annesinin kucağında sıcak bir köşe bulmak, oraya sığınmak, hayat denen girdaba atılmadan güç toplama kaygısıdır, diye düşünüyorum. Köşedeki tükürük-köftecisinin ideal olarak algıladığı amacı ise, bir an önce köftelerini satıp, kendisini gece kondusuna atmasıdır.


Yıllarca gizli kalan bir gerçek, hepimizin dile getirmekten korktuğumuz bir sır vardır. İdeal sanılan bazı duyguların saman alevi gibi çabucak sönmesi, hedeflerin bir çerçeveye sığacak kadar küçülmesi, cüceleşmesidir, becerdiklerimiz.


Bazen kendi kendime; “…Neden uzun kollarıyla insan yıldızlara ulaşıp onları gıdıklamıyor, neden kapalı kalmış esrarlı kutuları açmaktan korkuyor? Neden kendimizi yürüyen, erdemli bir bilgi bankası olarak yetiştiremiyor, olanla yetiniyor, elimizde avucumuzda olanı da kaybederek, hatamızı kabul etmek cesaretini bile gösteremeden “kader” denen şeye sığınıp, varlık içinde yokluğumuzla kavruluyoruz?” şeklinde düşünüyor ve bu karmaşık sorulara cevap bulmaya çalışıyorum.


Eski, yıpranmış ve işe yaramayan yolardan gitmek kolayımıza geliyor. Yeni yollara, yeni ufuklara ve yeni umutlara neden yelken açamıyoruz? Neden, yelkenlerimizi rüzgara göre ayarlamayı bilemiyoruz?


Okumuzu neden yıldızlara değil de, kısa döngülere, dar açılar ve çerçevelerin içinden bodur, çelimsiz “ağaç” ların başına nişan alıyoruz. Bir Kızılderili reisin, “okunu bulutlara nişan alan, ağacın başına nişan alandan daha yüksekleri vurur…” dediği gibi, neden doğru olanı “Çin de olsa arayıp bul…” muyoruz?


Büyük ideallerimizi neden, zaman-zaman eski sandığımızdan çıkarıp, yine korkuyla başka bir sandığın tozlu çıkıları arasına gizlice tıkıştırıyoruz? Neden kendi büyüklüğümüzden korkarak, büyük düşünemiyoruz?


İdeallerimizi, neden gün ışığına çıkarmaktan korkuyor, bu korkuyla yıllar boyu idealsiz ve umutsuzluk içinde yaşıyoruz?


Dünya, “ideal” denen güçlü sütunların üzerinde yükselmektedir. Bu güzelim dünya, ideal ve amacı olmayan bazılarına göre yaşamaya değmeyen ve içinde yaşanması güç, “kahrolası bir mekan” dır.


İnsan ömrüne renk katan ideal, ufuktan henüz yükselmeye başlayan güneşin, soluk benizli gökyüzünü yırtıp, parçalaması kadar muhteşemdir. Hayat, idealle güzeldir. Hayat denen bir yudumluk ömür, bazılarına göre “çekilesi bir şey değil” dir. Belki bu yaklaşım doğrudur, ama yine de birilerinin onu yaşaması gerek.


Bazen, niyetsiz bir dehşet, bazen esprili bir bekleyiş ve bazen sancılı yüzlerin yansıdığı bir aynadır, hayat. Hayat, bazen bir yaprak üzerinde sabahın çiği, bazen yürekten  bir kahkaha ve bazen kör bir  kurşunun ucunda sönüştür.


Amaç öyle bir durum sergilemeli ki, kehanetin duygulara esir düşmüş acılarını, azat olan düşüncelerini ak kağıt üzerine dökebilmeli insan. İnsanın idealine uzanan elleri, güneşin güçlü ışıkları gibi, renksiz bulutların arasından fırlayarak, “keder” denen desteyi sımsıkı kavramalı. Bu noktadan bakıldığında hayat denen gizem, varılması zor bir zirve ve ona uzanan eller öpülmeye layık olmalıdır, diye geçiriyorum içimden.


İdeal, amaç ve hedef öylesine güçlü bir duygu haline gelmelidir ki, güneşin ayı bırkamayıp peşinden ağlaması, yeni doğmuş bebenin “bal akan” anne göğsüne yapışır gibi sarılması, kışın sonbaharı, yazın ilkbaharı takip etmesi gibi düzenli bir düzen içinde olmalıdır diye bazen “hayat” adlı günlüğüme kısa notlar düşerim, kalemsiz.


İdealim, umutların her şeyimdir. O, bazen nemli kalan göz yuvalarımdan yuvarlanan üç damla göz yaşım, bazen kendini, yalnızlığın kollarına bırakan yalnızlıklar içinde tükenen gecemdir.


İdealime ulaşamayacağımı düşündükçe dizlerimin bağı çözülür. Kalbim tökezler. Nefesim kesilir.


Benim idealim, güneşten, zorla koparıp aldığım kucak dolusu ışık destesidir. Bu ışık destesiyle yolunu bulan idealim, büyük harfle başlayan. virgül ile devam eden, nokta ile son bulan, adına “hayat” dediğm, bir yudumluk ömrümün ana kaynağıdır.


Sevda ÖNCÜL


 


 


 



Neden Kendinle Savaştasın?

0 yorum:

Yorum Gönder